Mustafa, Askeri Rüştiye’ye girmiş olmakla beraber, askerliği meslek edinmiş oldu. O yıllarda Osmanlı ordusu güçsüz ve harap bir haldeydi. İmparatorluk fiilen çökmüştü. Sultan Abdülhamit yaşananları görmezden gelmek, iç ve dış çatışmaları çözmek yerine uyuşturmak ve yalnızca kendi tahtını korumak gayesindeydi. İmparatorluk sınırları içinde yönetim sorunları yaşanıyordu. Dağlar ve yollar eşkıyanın elindeydi. Azınlıklar sanki Osmanlı tebaası değilmiş gibi davranıyordu. Kapitülasyonlar devletin iktisadi istikbalini adeta zincire vurmuştu.
Ancak askeri eğitimi tercih etmiş olan rüştiyeli çocuklar için bunların hiçbir önemi yoktu. Onlar her vazifeyi kutsal sayıyor ve bir an önce memleketin neresinde olursa olsun görev alabilmek için can atıyorlardı.
Osmanlı İmparatorluğu'nda askerlik kanunu, rüştiyenin kapısından başlıyordu. Bu nedenle 10-12 yaşındaki mektepliler de subaylarla aynı kanuna tabiiydi. Askeri üniforma daha rüştiyeye girer girmez giydirilirdi. Önü tamamen kapalı, iri düğmeleri parlak, lacivert pantolonu kırmızı şeritli üniformalar göz alıcıydı. Gerçi harbiye öğrencilerinin ya da subaylarınki kadar gösterişli değildi ancak o yaştaki bir çocuk için muazzam bir gurur vesileydi. Mustafa'nın üniformasıyla evine her gelişinde, aynı gururu Zübeyde Hanım da yaşıyordu.
Mustafa rüştiyeyi çok sevdi. Okuluna güçlü bağlarla bağlandı. Hayat boyu arkadaşlık, yaverlik ve yoldaşlık edeceği Salih (Bozok), Nuri (Canker), İsmail Hakkı (Kavalalı) gibi kıymetli dostlarıyla da, Teğmen Hasip Efendi, Yüzbaşı Naki ve Yüzbaşı Mustafa gibi değerli ve ona çok şey katan, ilham verici hocalarıyla da rüştiye sıralarındayken tanıştı. Mustafa, okula ilk girdiği günden mezun olacağı güne kadar dikkat çeken ve sevilen bir öğrenciydi. Yaşının çok ilerisinde bir anlayışa ve olgunluğa sahipti. Aritmetiğe ayrı bir merakı vardı. Aritmetik hocası Yüzbaşı Mustafa, ondaki olgunluğu ve tamlığı farketmişti. Taşıdığı bu özelliklerin hayatı boyunca görünür olmasını ve Mustafa'nın da bunu daima duyarak hatırlamasını istediğinden, Ona kendisine mal olan ve ileride bütün dünyayının duyacağı ismini de o yıllarda kazandırmıştı: Kemal! Mustafa yalnızca Mustafa değil; artık Mustafa Kemal'di.
O yıllarda imparatorluğun durumu ve yaklaşan savaşın yarattığı ekonomik darlık iyiden iyiye hissedilir bir hal almıştı. Genç yaşta dul kalan ve kızı Makbule'yle korunaksız bir şekilde yaşayan Zübeyde Hanım, geçinebilmek ve hayattaki yalnızlığını bir nebze olsun bastırabilmek için evlenmeye karar verdi. Bu izdivaç için Ragıp Bey'i tayin etmişti. Mustafa Kemal, Zübeyde Hanım'ın aldığı bu karardan ve kendi evleri içinde rahat tavırlar sergileyen, annesinin yanında örtünmeden gezdiği Ragıp Bey'den razı değildi. Şiddetli bir hezeyanla ve büyük bir öfkeyle evini terk etti. Zübeyde Hanım bu davranışına karşı çıkmaya çalıştıysa da Mustafa Kemal'e engel olamadı. Mustafa Kemal bir süre dayısında, sonraları da akrabalarının birinin evinde yaşamaya başladı. Rüştiye Mektebi’ndeki kıymetli hocaları ona, Manastır Askeri İdadisi'ne gitmesini salık verdiler. O da öyle yaptı. Askeri lisenin kabul sınavlarına girdi ve kazandı. Artık parasız ve yatılı askeri okul öğrencisiydi. Okuması kolaylaşmıştı. Eğitimine devam edip edemeyeceği gibi sorunlar geride kalmıştı. Yatılı askeri idadiyi kazanarak, hem büyük bir öfke duyduğu annesinin hem de o sıralar yadırgadığı ancak daha sonra çok seveceği üvey babasının olduğu eve dönmesine gerek kalmadan eğitimine devam edebilecekti.
