top of page
sf3.jpg

Bomonti tramvay durağına kadar gelmişti. Havanın soğuğunu bir kez daha hissetti. Babasının henüz hayattayken aldığı eve varmasına çok az kalmıştı. Tam yürümeye devam edecekti ki; az ileriden dolmuşçunun sesini duydu. 

 

"Atikali, Atikali, kalkıyor! Atikali!!! Gider miydi gecenin bu saatinde Atikali'ye? Giderdi. Hatta şöyle söylemek daha doğru olur; gecenin bir vakti, o soğukta, beş parasız, üstelik orada hiç işi yokken, sadece dolmuşçunun sesine rast geldiği için bir yere sadece Sait Faik giderdi. Gittiğinde de eli boş dönmez, mutlaka bir hikayeyle dönerdi. 

Aslında yüz metre daha yürüse, evine varır, çift yorganlı yatağının çukuruna büzülür, dostu Panço'yu düşünebilirdi. Belki de öyle yapmıştır, kim bilir...

1_edited.png Kopyası
1_edited.png Kopyası

Türk Edebiyatı’nın ve hikayeciliğinin büyük ustası Sait Faik, o zamana kadar bilinen ve uygulanan tüm kalıpları yıkmıştı. Cumhuriyet sonrası modern Türk hikayeciliğinin akışını değiştirdi. Eserlerinde kendisinin ortaya çıkardığı üslup bütün dünyada kabul görüyordu. İnsanlığa katkıları sebebiyle “Mark Twain Onur Ödülü”ne layık görüldü. Bu ödül Türkiye’de sadece iki kişiye verilmişti. Sait Faik’ten önce aynı ödül, Mustafa Kemal Atatürk’e verilmiş ve Atatürk ödülü kabul etmişti. Sait Faik de ödülü gururla kabul etti.

 

Sanki hiç olmamış, hiç yaşamış gibi, büyük bir naiflikle, tüm yaşamı izler ve en basit gibi görüneni kendisine konu edinirdi. Yazılarının başarısı da buradan gelmektedir. Sait Faik, bazen yazdıklarını yaşadığını sanıyordu, bazen de yaşadıklarını yazıyordu. O, bu dünyaya yalnızca yazmak için gelmişti sanki. Başka hiçbir iş yapabilmek kabiliyetine sahip değildi. Yazmayı öylesine büyük bir ustalıkla yapıyordu ki, neredeyse yazdıklarının kendisine ait olamayacağı düşünülüyordu. İşte, edebiyatla bu denli yakın bir ilişki kurmuştu. Buna rağmen yüksek bir mütevazılığa sahipti. Sadece yazarak hayatını idame ettiği bir hayatı kurmak çabasındaydı. O denli görünmez bir hayat yaşıyordu ki, bugün Sait’in adası olarak anılan Burgazada’da yaşayanlar, onun bu denli büyük bir yazar olduğunu ancak ölümünde anlayabildiler. Öyle derin bir sessizliğe sahipti ki, yaşamın tüm seslerini rahatça duyabiliyordu. Bir ağacın, bir balığın, denizin, yaprağın, insanın… Hepsinin çıkardığı sesi duyabiliyor dahası bize de duyurabiliyordu. Hişt… Hişştt…

halil

bottom of page