top of page

Ses kokuyu, koku rengi çağırdı. Birden karanlık yerini aydınlık ve sıcak bir güneşe bıraktı. Tüm hatıraları yeniden canlandı. Gözleri gözyaşlarıyla değil umutla doldu; yeniden… Ruhi Su,  aylar sonra, işkence odalarından sızan çığlık ve acı seslerinin dışında; iki ışıklı umut sözü gibi duyuyordu onun sesini… Kurumuş dudakları gür sesiyle aralandı: Sıdıka!

Eğer o Sıdıka’yı duyabiliyorsa, Sıdıka da onu duyabilirdi. Nasıl ki Sıdıka’nın sesini duyar duymaz Ruhi’nin dünyasına bahar gelmiş ve her şey kendi rengini bulmuşsa; Sıdıka için de öyle olabilirdi. Onun Sıdıka’nın sesine ihtiyaç duyduğu kadar Sıdıka da Onun sesine ihtiyaç duyuyor olabilirdi. Gönül kapısı aralandı. Sözler ve ezgiler yerlerini buldular. Usta, hesapsız ama kendinden emin bırakıverdi yüreğinin ona söylettiklerini:

“Mahsus Mahal derler kaldım zindanda

Kalırım kalırım dostlar yandadır

İki elleri kızıl kandadır kanda

Ölürüm ölürüm kardeş aklım sendedir…”

1.png
1.png

Gür sesi kalın duvarları aşarak, insanlık tarihinin utanç mahpushanesine umut umut, ışık ışık  yayılıyordu. Önce Sıdıka’ya sonra tüm mahkûmlara ulaşıyordu Ruhi’nin bas bariton sesi…

Ankara’nın buza kestiği, karlı 1952 yılının kasım ayında, polisler, Komünist Parti üyeliğinden gözaltına almaya gelmişti Ruhi Su’yu. Ruhi Su, polisleri atlatmayı başarmıştı ancak hemen Sıdıka’ya ulaşması ve onu uyarması gerektiğini biliyordu. Hızlı hareket etmeliydi. Öyle de yaptı ve fakat devriye ekipleri çoktan varmıştı Sıdıka’nın evine. Onu en son o zaman görebilmişti; devriye arabasına bindirilirken…

Hemen çalıştığı kurum olan “Ankara Operasına” gitmişti. Oradaki dolabından alması gereken birkaç parça eşyayı alıp, Sıdıka’yı kurtarmalıydı.  Ruhi Su, aydınlık yüreğiyle sevdiğine ulaşmaya çalışırken, aynı kurumda çalıştığı sanatçı bir arkadaşı, kararmış yüreğiyle onu ihbar etti. Dışarı çıktığında polisler çoktan hazırlıklarını yapmışlardı. Etrafını sardılar ve onu da tutukladılar.  Ruhi Su, ne su çekmiş ayakkabılarını, ne soğuktan mora kesmiş parmaklarını, ne dostun kahpeliğini ne de elini sıkarken sapladığı bıçağı düşünüyordu. Yalnızca Sıdıka’yı düşünüyordu. Onu önce Ankara Birinci Şubeye getirdiler.

RS11_edited.jpg
bottom of page