İlkin doğdu Leyla...
İstanbul Çubuklu'da... Yaşlı çınarlar, uzun kavaklar, akasyalar, ıhlamurlar içinde meyve bahçeleri ve çiçek tarlalarıyla bezeli, uçsuz bucaksız bir araziye kurulu, kalabalık bir köşkte...
Babası Hasanzade İbrahim Bey, köklü bir aileden gelen, son derece varlıklı bir iş adamıydı. Kibar, bilgili ve hoşgörülü bir Bektaşi... Son derece dindar bir Katolik olan karısıyla kiliseye de gidecek, "Çocuklarımız 18 yaşına geldiklerinde dinlerini kendileri seçecek" diyecek kadar da açık düşünceli bir insandı. Çiftçilik, balıkçılık, taşımacılık, su ticareti, Beyoğlu Lale Sineması, Karaköy'de hanlar ve börekçi dükkanları... Geniş bir alanda ticaret yapan başarılı bir iş adamıydı.
Leyla, babasından yalnızca siyah saçlarını, siyah gözlerini, keskin yüz hatlarını almadı. Ondan, Bektaşiliğin hoşgörüsünü, insan sarraflığını, riyadan uzak samimi, güçlü doğasını, hep güzeli ve ulvi olanı arama çabasını aldı.
Annesi Alexandra Angela Minokovska; Polonyalı, varlıklı bir Katolik aileden gelen, güçlü, prensipli, çok okuyan, şarkı söylemeye ve piyano dinlemeye meraklı; incelikten, içtenlikten ve güzellikten hoşlanan bir kadındı. Evlerinden neşe hiçbir zaman eksik olmuyordu. Köşkteki sofraların kalabalık konuklarını ağırlamaktan hiç şikayetçi değildi. Kocasının hoşgörüsü ve bilgeliği onu derinden etkilemiş olmalı ki, İbrahim Bey vefat ettikten sonra, din değiştirerek, "Atiye" ismini aldı.
Leyla, annesinden, herkeste görür görmez saygı uyandıran edasını, hayranlık uyandıran duruşunu, insan ilişkilerindeki duyarlılığını, öğrenme tutkusunu, disiplinini, inatçı huyunu ve dostlarına düşkünlüğünü aldı...