Kazı ekibi yağmura ve soğuğa aldırmaksızın işe koyuldu. Kendi de çapalamaya ve çabalamaya devam ediyordu. Hayatın kendisine yüklediği en büyük vazife oymuş gibi, büyük bir dikkat ve azimle kazıyordu toprağı. Vurulan her kazma ve atılan her çapa, geçmiş zamanın gelecek zamanla dansı gibiydi.
Ertesi gün sabah olup, güneş doğduğunda, tüm gece yağmur altında korumaya çalıştıkları şey daha da anlaşılır oldu. Halet Çambel, o ana kadar bulunmuş olan ve daha ileride bulunacak tüm buluntuların korunması ve muhafaza edilmesiyle ilgili müthiş bir boşluk hissetti. Bu sadece bizim değil, tüm dünya halklarının sorunuydu. Tarihi eserler o vakte kadar ya uygun olduğu düşünülen alanlara taşınmış ya da bulundukları alanlarda zarar görmüştü. Bu soruna da kalıcı bir çözüm bulmak gerekiyordu. Günler ve aylar boyu süren çalışmalar neticesinde, Hattuşaş şehrinin silueti görünmeye başladı. O güne kadar bilinen tarih değişiyordu. Bu durum sadece ülkemizde değil, tüm dünyada büyük bir etki uyandırdı ancak yine bir sorun vardı. Olağanüstü çabalarla ortaya çıkarılan buluntular, kaderlerine terk edilemeyecek kadar önemliydiler. Üstelik bu kadar çok sayıda ve genişlikteki buluntuların, kapalı bir alana nakli de mümkün değildi. Arkeolojik buluntular, eğer ortaya çıkarılabilmişse, zaman içinde zarar görüyorlardı. Oluşan zararın nasıl ortadan kaldırılabileceği ise bilinmiyordu. Eğer koruma altına alınmazlarsa, zamanla, yok olmak tehlikesiyle karşı karşıya kalabiliyorlardı. Ortaya çıkan şehirler, şehirlerdeki kapıların iç duvarları, taştan yontma aslanlar, sfenksler, dönemin inanç ve yaşantısını yansıtan kabartmalar ve iki dilli yazıtlarla donatılmış olan bazalttan yapılmış levhalar…

