
1973'ten hasta olduğunu öğrendiği 1985 yılına kadar geçen süreyi, şoksuz, hastanesiz, hastalıksız yaşadı Tezer. Korku ve kaygılarından en çok bu dönemde arınmış, kendi tabiriyle "çılgınlığı" yenebilmişti. 1985'de kanser olduğunu öğrendiğinde eski düşmanı depresyon yeniden yakasına yapıştı. O karanlık kuyulara yeniden indi.
Büyük kent yaşamının kalabalığında ve yalnızlığında, bugün birçoğumuz üstümüze giydirilen gömlekleri söküp atabilme cesaretine ne yazık ki sahip değiliz. Ayağımıza takılan en küçük bir taş, gözümüzde dağlar, denizler gibi büyüyor. Kendi varlığımızın farkında bile değiliz. 1960-1980 darbe yıllarının zorlu şartlarını yaşamış, ruh sağlığı bozulmuş, toplum ve ailesi tarafından bunalıma sürüklenmiş Tezer, edebiyat dünyası tarafından her ne kadar “gamlı prenses” olarak tanınsa da aslında o “devrimler kraliçesi”dir. Kendi hayatının devrimlerini gerçekleştirmiş, kendisi “devrim” olabilmeyi başarabilmiştir. Her zorluktan dalları budanan bir ağaç gibi yeniden yeşererek çıkıyordu. “Başıma buyrukluğuma hayranım” derken gerçekten hayran olunası bir başına buyrukluğu olduğunu bize hatırlatıyordu; kontrollü ve hedeften şaşmayan bir başına buyrukluk!
Bazı masalardaki bardaklarda yarım kalır demli çaylar. Bazı gemiler limana yanaşamaz. Ve bazı kadınlar iz bırakır. Hayatındaki koşuşturmacanın yorucu sancıları ruhunu özgür kılsa da bedenini hapsetmeyi başarmıştı Tezer Özlü’nün. Otostopla başlayan serüveni, tedavi gördüğü hastanede 1986 yılında, gerisinde ilham verici, destansı bir hayat hikayesi, üç roman, sayısız yazı ve çeviri ve bir de “Deniz” bırakarak son buldu. Ve 18 Şubat sabahı yorgun bedenini hastane odasında bırakarak yeni yolculuğuna çıktı. O gün kimsenin dile getirmek istemediğini ertesi gün gazete manşetleri duyurdu:
Tezer ÖZLÜ’yü kaybettik!
