top of page

Artık Neyzen'in tek aşkı "Haktı."

 

Neyzen Tevfik'in etrafındaki kabuk kırılıyordu. Gerçek potansiyeline gün geçtikçe yaklaşıyordu. Ünlenmesine ünlenmişti lakin, bizim bugün tanıdığımız büyük şair "Neyzen Tevfik" olamamıştı henüz. O henüz toyluğunu efendilik zanneden, elindeki kalemin, dudağındaki neyin azametini tam olarak kavramamış genç şair Neyzen'di. 

 

İstibdat dönemi ihbarları, gözaltıları, falakaları artınca, Mısır'a gitmeye karar verdi. Aynı dertlerden muzdarip, can dostu Şair Eşref'le birlikte Kahire'ye gittiler. Özel davetlerde ve paşa konaklarında ney üfleyerek yaşamını sürdürdü. Yine istibdat yönetimini hic'v eden bir yazısı gerekçe gösterilerek tutuklandı. Beş sene kaldığı Kahire ve orada sığındığı "Kaygusuz Abdal Bektaşi Dergahı" Neyzen'i derinden etkileşmiş, oldurmuş ve pişirmiş olmalı ki, bu durum sanatına yansımalarından açıkça anlaşılabiliyordu. Kendisi, Mısır dönüşünden yıllar sonra kaleme aldığı "Azab-ı Mukaddes" eserinde o günlerden şöyle bahsediyordu:

"İki üç sözle Mısır'da geçen o beş seneyi

 Kapatmak istiyorum çünkü bu eyyamı iyi

 

 Bir zamana bırakıb yazmalıyım dikkatle

 Ömrümün kısm-ı mühimmi sayılır bence hele

 

 Fikrimin orda zuhûr eyledi istiklâli

 Ki bütün tarz-ı hayatım buna burhan - celî"

1_edited.png
1_edited.png

Meşrutiyetin ilanından sonra İzmir'e döndü. Kısa bir süre sonra da İstanbul'a... Ancak, bir darbeyle istibdat yönetimini bitiren ittihatçıların baskıları, Abdülhamit dönemini aratmayınca, bu sefer Neyzen, ittihat döneminin yasaklı şairileri arasına girdi. Baskılar, gözaltılar, işkenceler artarak devam ediyordu. Neyzen Tevfik'in Mısır'da Şair Eşref'le beraber yaşadıkları, onda müthiş bir değişimi tetiklemişti. O artık korku ve kınanma kaygılarından arınmış, melamet hırkasını giymişti. Bu nedenle dönemin müzisyenlerinin kibar tavırları, Bab-ı Ali efendisi hallerinin yanında çok tezat ve bir o kadar egzotik bir adam olarak göze çarpıyordu. Tuhaf pantolonu, dağınık saçları, Mehmet Akif'ten aldığı aba ceketi ve yüzünde belirmeye başlayan hatları ona bir hususiyet kazandırıyordu. Yüzünde derin manalar fışkıran hatlar vardı. Gözleri, her an başka alemin açılmış pencerelerine bakar gibiydi... O ne İstanbul denizine ne de istanbul sahillerinin tatlı, yumuşak rüzgarlarla yetiştirdiği "kibar" insanlarına benziyordu. Çünkü, O rüzgarını Bodrum denizinden almıştı.

 

Neyzen Tevfik bundan şikayetçi değildi. Meyhanelerden herhangi birisinden içeri giriyor, neyini üflüyor hem rakısını içebiliyor hem de para kazanıyordu. 

resized_7ddb5-2984b5f31_edited.png

Sonra Yorgo'nun ya da Dimitri'nin meyhanesine gidiyor burada yine rakı içiyor ve ney üflüyordu. Musiki alemimizde Neyzen Tevfik, müstesna ve yüce bir taht kurmuş, bu tahta büyük bir imtiyazla oturmuş bir sanat dahisiydi. O neyini üflemeye başladığında, ilahi nameleri, onu dinleyenlerin ruhlarına kadar ulaşıyor, bu saadetle neşeye varanlar, onun ebedi ve ezeli mahareti karşısında hakiki bir arınma yaşıyorlardı.

bottom of page