

Aydan: Hadsiz Neslihan hoş geldin. Hadsiz yayımlandığı günden itibaren birçok ülkede neredeyse on farklı dilde yayımlanıyor. Aslında “hadsiz” kendi sınırını çoktan aşmaya başlamış oldu. Sınırlarını henüz aşamamış ama aşmaya çalışan gençlere ne söylemek istersin? Sen kendi hayatında sana çizilen sınırları nasıl aştın?
N: Nereden başladığınla alakalı... Ama açıklamaya çalışayım. Ben Okmeydanı’nda doğdum. 6 yaşıma kadar orada yaşadım. Sonra Bağcılar’a taşınmak durumunda kaldık. Dar gelirli bir ailede büyüdüm diyebilirim ama çocukluğum dolu dolu geçti. Sürekli sokaktaydım ve tam bir sokak çocuğuydum. O nedenle “sokağın kokusu”nu çok iyi bilirim. Bir gün babamla evde film izlerken “Ben oyuncu olmak istiyorum” dedim. Sekiz yaşındaydım. O da benim başımı sevdi ve bana “Olursun kızım” dedi. Onun da bunu istediğini ama yapamayacağımı düşündüğünü anladım o anda. Sonrasında bu isteğimin peşinden gitmeye karar verdim. 13 yaşıma kadar bekledim. Baktım ki beklemekle olmuyor bir şeyler yapmaya karar verdim. Geç kaldığımı hissettim hayata dair, adım atmaya dair, kendi ayaklarımın üzerinde durmaya dair... Sonrasında bilinmeyen numaraları aradım ve oradan bir ajans numarası aldım. O ajansı arayıp “Ben sizin ajansınıza kaydolmak ve oyuncu olmak istiyorum” dedim. Niçin bilinmeyen numaraları arıyorum çünkü evimde internetim ve bilgisayarım yok. Öğretmenler bir ödev verdiğinde internet kafelere ya da kütüphanelere gidilen bir dönemde oluyor bunlar. Aradığım ajansın adresini öğrendikten sonra anneme dedim ki: “Ben oyuncu olmak istiyorum, beni bu ajansa götürür müsün?”. “Emin misin kızım?” dedi. “Ben eminim, kendime güveniyorum sen de bana güven. Gel gidelim” dedim. Gittik. Beni ajansa kabul ettiler ama altı ay hiç ses çıkmadı ajanstan. Bu süreçte ben çok heyecanlıydım. Her gün televizyondan ya da VCD’den (O zamanlar VCD vardı) yerli-yabancı bir sürü farklı film izliyordum. İzlediğim her filmde oynayan oyuncuların yaptıklarını yapabilme, belki de daha iyisini yapabilme hissi oluşuyordu bende. Onlar yapabiliyorsa ben de yapabilirim diye hissediyordum. Bu süreçte kaydolduğum ajans beni aramıyor ama ben onları sürekli arayarak kendimi hatırlatıyordum.
Aylar sonra bir gün beni aradılar bir audition (Deneme çekimi) için. Audition ne bilmiyorum tabii. 13 yaşındayım sanıyorum ki sete gideceğim. Kendime pazardan yeni kıyafetler aldım, sete eski kıyafetlerle gitmeyeyim diye. Meğer deneme çekimiymiş. Sete çıkmayacağımı öğrendim ama heyecanımdan ve çabamdan hiçbir şey kaybetmedim. Bir yandan okula gidiyor bir yandan kendi kendime oyunculuk çalışıyor bir yandan da dua ediyordum. Bu öyle bir tutku oldu ki benim için gönlüme başka hiçbir şey düşmüyordu. Çok emin olduğum bir noktadaydım oyunculukla ilgili. Yaşadığın yerde kimsenin sana inanmaması ve bir hiç uğruna çabalıyormuşsun gibi hissettirmesi insanı çok üzen bir durum ama kendi içimde inandığıma her zaman tutundum ve inandığım da bana hep inandı. Velhasıl kelam bir sürü zorluklar atlattık elbette ama burada gerçekten önemli olan verdiğin kararın arkasında durabilmek. Bana göre bu mertlik. Benim çevremdeki insanların bana biçtiği rol oyuncu olmam değildi. Aslında onlar bana değil kendilerine inanmıyorlardı çünkü inanmalarını sağlayacak bir örnekle karşılaşmamışlardı. Ben de karşılaşmamıştım ama o içimde inandığım bana örneğin kendisi olabileceğimi fısıldıyordu. Ben inatla inandığım şeyin peşinden gittim. Herkesin içindekini artık keşfetmesi lazım çünkü farkında olunmayı bekleyen şey, artık farkında olunmak istiyor. Bunun da en kestirme yolu: gönüllerinin onlara fısıldadığı o sese kulak verip, kendi yapabileceklerini bilerek, inandıkları şeylerin peşinden gitmeleridir.
Selin: Her ay Hadsiz’de bir de “vaktinin hadsizleri”ni konuk ediyoruz. Sizce onlar kendi yaşadıkları dönemde dışarıdan bakıldıklarında nasıl görünüyorlardır? Diğer insanlar tarafından nasıl değerlendiriliyorlardır?
N: Deli olarak. Ama “deli” derken şunu kastediyorum: toplumun geneli bazı insanların yaptığı veya yapmaya çalıştığı şeyleri anlayamazlarsa yaşadıkları dönemde onları norm dışı yani “deli” olarak değerlendirebilirler. Ama biz bugünden o güne baktığımızda o günün normları dışında davrananların bugünün normlarını yarattığını görebiliriz. Bizim de Hadsiz’de yer verdiğimiz bütün “vaktinin hadsizleri” yaşadıkları dönemde bunu yapmışlar çünkü normalin dışında davranmışlar. Kaplarına sığamamışlar, kaplarından taşmışlar sonra kaplarını genişletmişler tekrar kaplarını doldurmuşlar tekrar taşmışlar tekrar kaplarını genişletmişler… Şimdi hepsi öncü insanlar. Öncü insan ne demek? Daha önce yapılmayanı yapan ve yol açan insan demek. Üstelik sadece kendi zamanlarında yaşayan insanların yolunu açmamışlar, ta o zamandan bugüne öyle bir ışık tutmuşlar ki hala bizim yolumuzu aydınlatıyorlar. Bu çok kıymetli bir şey.
S: Çok merak ettiğim bir sorum daha var. “Vaktinin hadsizleri” bizim bu yaptıklarımızı bilselerdi ne söylerlerdi?
N: Emin ol zaten biliyorlar. Bizim yaptığımız her şeye hepsi şahit şu an çünkü onlar yaptıkları her şeyi bilerek yaptılar. Ben bir kitap yazayım, bir şiir yazayım, ben bir opera yapayım, işte Köy Enstitüleri’ni kurayım ya da bir şeylere öncülük edeyim diye yapmadılar. Yaşadıkları dönemi çok doğru bir şekilde analiz edip tek bir insana değil bütün insanlığa faydalı olabilmek için, yapabileceklerinin en iyisini yapmak gayretinde oldular. Bu nedenle yaptıkları her şeyin kıymetinin bilineceğini biliyorlardı. Hadsiz’e konuk aldığımız hemen hemen bütün vaktinin hadsizleri yaşadıkları dönemde onca dışlanmaya, kınanmaya, zorluklara rağmen arkalarına bakmadan sadece önlerine bakarak ilerlemişlerdir. Hepsi o gün tüm yaptıklarını biz bugün burada konuşalım hatırlatalım ve daha iyisini yapalım diye yaptılar. Biz de diyoruz ki: onlar öyle bir hizmet yaptılar ki biz bunun devamını getireceğiz. Belki onların söylediği şekilde söylemeyeceğiz ama yeniden söylemenin bir yolunu bulacağız. O yüzden onlar emin ol biliyorlar. Onlar yaptığımız bu işten, bu projeden razılar.



